Söğüt Ağacının Gölgesinde / Mevsim Salatası

Gittikçe uzaklaşıyordu o sıkıcı toz bulutları gövdemden.
Daha berrak, daha temiz bir gökyüzüne doğru yürüyordu hastalıklı ayaklarım.
Kırlangıçlar gibi uçmak vardı şimdi.
Ardımda o güz sancılarını bırakıp ve göçüp gitmek şimdi.
Daha uzağa, daha uzağa ve yine daha uzağa.
Bilmediğim, görmediğim, duymadığım yeni, yepyeni serüvenlere doğru.
Ama hayır, ben hep aynı çemberin içinde; içi yanan ,içi susayan, o çorak çöldüm sadece.
Ne güneş rüzgarları, ne ay ışığı, ne yağmurlar, ne de solucanlar gibi sürünmek…
Beni kurtaramazdı, beni kurtlandırırdı ancak. Zaten ben de kurtaramadım kendimi bu karanlıktan.
Kaldık mı, yine böyle o soğan cücüğü gibi tek başına?
Adamlardan biri gülüyordu, diğeri ise işaret parmağını neredeyse gözüme sokacaktı.
Gittikçe tükendiğimi anlamıştım.
Uzaklaştığımı da öyle.
Hep o sıkıcı toz bulutları örtüyordu üzerimi.
Bir şeyin uzaklaştığı yoktu, bir yere gittiğim de öyle.
Güz sancısını çekiyorduk ve bu sonsuza kadar sürecekmiş gibi sevinçliydik hepimiz.
Ardımda kalan hiçbir şey yoktu.
Ve ben, hiçbir şeyin güzel bir şey olduğunu en şairane biçimde öğrenmiştim.
Daha ne olsun, şu hayat dediğimiz şey; ancak bir mevsim salatası kadar karmaşıktır.
Ve gittikçe uzaklaşmamıza neden olur.

Meral Meri /Söğüt Ağacının Gölgesinde / Mevsim Salatası

Yorum bırakın